Koca Çınar Fatma Nine’nin Feryadı | Ahmet Arslan
Anadolu’nun her yanında çınarlar vardır. Birçoğu o yörelerde farklı isimlerle anılır. Kimine “Ulu Ağaç”, kimine “Koca Ağaç”, kimine de “Koca Çınar” gibi isimler verirler.
O ağaçlara saygı gösterilir, kuru dalları bile kırılmaz, kesilmez. Onlara dokunulmaz.
O ağaçların iklimlerinde huzur vardır, sükûnet vardır. Yanlarında yakınlarında öyle esintiler hissedilir ki, adeta cennet yudumlanır oralarda.
O ağaçlara konan kuşların sesleri farklıdır, bülbüllerin nağmeleri de bambaşkadır. O ağaçların gölgeleri ayrı güzeldir, köklerini saldığı toprağı ayrı güzeldir
İşte Anadolu’nun en temiz havalarından, en nefis manzaralarından birine sahip Ege’nin incilerinden, zeytin diyarı beldelerimizden olan o güzelim şehrimizin de elbette bir çınarı vardı.
Dallarıyla, sevgiye, saygıya, dayanışmaya, huzura, güzelliğe kol kanat germiş , köklerini maziye, derine ta derine salmış, en berrak suları yudumlayıp yapraklarına ulaştırmaya çalışan, kara, tipiye, borana direnen koca bir ağaç o beldemizin simgesiydi adeta. Tıpkı Fatma Nine gibi.
Yöre insanı Fatma Nine’nin şahsında o koca ağacı görür ve ona “Koca Çınar Fatma Nine” derlerdi.
Her ana gibi, her nine gibi, eli ayağı öpülesi, Koca Çınar Fatma Nine de fedakârlığın, samimiyetin, sevginin, saygının, cömertliğin kısacası “hakiki insanlığın” adeta simgesi olmuştu.
Evet simgeydi, semboldü, örnekti Koca Çınar Fatma Nine.
Koca Çınar, seksenine yaklaşmıştı. Dipdiri ayaktaydı. Hiç belli etmiyordu halini, ahvalini.
Kendi gibi yiğit evlatlar yetiştirmişti. Kızlı erkekli hem de dört yiğit insan.
Dişinden tırnağından artırmış, yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, giymemiş giydirmiş, aç yatıp tok kalmış ama yetiştirmiş evlatlarını, hem de okutmuş.
Evlatlarını okuttuğu gibi onların evlatlarının yani torunlarının eğitimlerine de katkısı hiç ama hiç eksik olmamıştı.
Koca Çınar’ın dünya ve ahiret arkadaşı, evinin reisi, çocuklarının babası ise yılların kahrından ve çilesinden kötü bir hastalığa yakalanmıştı. Koca dev adam artık pek dışarıya çıkamıyor sadece kemoterapi ve radyoterapi için hastaneye, ona da çocuklarının yardımıyla gidebiliyordu. Oğullarına “Evlatlarım! Hakkınızı helal edin. Sizlere de eziyet oluyor ama tek başıma yapamıyorum. Rabbim, hakiki iman nasip etsin ve bu sınavdan sizi ve beni başarıyla çıkarsın. Lakin, belki yakında hakiki mekanımıza göçeriz. Pek takatim kalmadı…” diyen sözleri veda konuşması niteliğinde olduğundan herkesi tedirgin ediyordu.
Hasan Bey, varıyla yoğuyla dişini tırnağına takmış ve oğullarına birer ev yapmıştı. Çocuklarının hepsi birbiriyle yakın avluda komşuydu. Seslenseler duyuluyordu. Gelinler de çoğu vaktini Koca Çınar’ın avlusunda, evinde geçiriyorlardı.
Koca Çınar’ın büyük oğlu eşiyle birlikte yaklaşık yirmi yıllık öğretmendi ve üç torunu vardı ondan. Bir kızı da öyle. Diğer oğlu da hakimdi İstanbul’da, henüz ilkokula giden üç torun da ondan vardı.
Diğer iki oğlu da esnaftı. Abi kardeş mağazayı birlikte işletiyorlardı. İkişer torun da onlar vermişti Koca Çınar’a.
Yıllar huzurla geçerken, eşinin rahatsızlığı ve son dönemlerde ağırlaşması huzur yuvasına gölge düşürmüştü. Fakat hem eşi hem Fatma Nine hiçbir zaman şikayetçi değildi. Hep, “Küfür ve delalet hali hariç her halimizden dolayı Allah’a hamd olsun” diyorlar, çocuklara da bunu tavsiye ediyorlardı.
Dertler sarmalı bununla kalmadı. En büyük torunu da lösemi tedavisi görmeye başlamıştı. Koca Çınar, bir de torununun derdiyle dertlenmeye başlamıştı.
O senenin yaz mevsiminin tam ortası gelmişti. Bir yandan da bahçedeki meyvelerin en güzel halleriyle kendilerini gösterme vaktiydi. 2016 yılının en sıcak günleriydi. Mübarek bir cuma gününün akşamında ülkenin geleceğinin üzerine kara bulutlar çökmüştü. Milli birlik ve beraberliğin bağrına kanlı bir hançer saplanmıştı. Ne hikmetse, hain darbe girişimi birileri tarafından “Allah’ın bir lûtfu(!)” olarak nitelendirilmişti.
Daha sabah olmadan gece yarısı binlerce hakim ve savcı meslekten el çektirilmiş ve haklarında gözaltı kararı verilmişti. Koca Çınar bu habere anlam veremedi.
Koca Çınar, eşi, çocukları ve torunları dua dua yalvarıyorlardı. Ülke karmakarışıktı.
Ertesi gün öğleden sonra Fatma Nine’nin kapısının önüne gelen polis ekibi araçtan hışımla inmiş ve içlerinden biri; “Nine, söyle nerde o darbeci öğretmen oğlun! Adresi burası görünüyor. Çabuk çabuk söyle bakalım.” deyip tehditler savurmuştu.
Anlayamadı, duyduklarına inanamadı. Ne diyordu bu adamlar? Çok geçmeden anlaşılmış yan avludaki büyük oğlundan bahsediliyordu.
Dertler sarmalı yine dönüyor, içerisine aldığı insanları ve olayları kıvrım kıvrım kıvrandırıyordu.
Bir haber de İstanbul’dan gelmişti. Oysa o hakim oğlunun daha küçük yaşlarda iken öğretmeninden işittiği bir hikaye çok anlamlıydı. Evet Fatih Sultan Mehmet’in , Yahudi bir mimarın ( Atik Sinan) şikayeti üzerine yargılanması olayı onu etkilemişti. Bunun üzerine ; “Anne ben hakim ve olacağım. Ben de böyle adil olacağım. Zalimi sorgulayıp, mazlumu ve adaleti savunacağım.” diyerek kafaya koymuştu hakim olmayı. Hakim olmuştu olmasına ama nasılsa hain darbe girişiminden sonra çoktan elleri arkadan ters kelepçeyle itile-kakıla eşinin ve yavrularının gözyaşları arasında ekip otosuna bindirilmiş ve tutuklanmıştı. Bunun anlaşılması ve inanılması güç haberi de Koca Çınar’a ulaşmıştı.Fatma Nine zorlanıyordu.
Kendi kendine, “Acep burada kalıp öğretmen oğlumun eşine ve yavrularına mı kol-kanat gersem? İstanbul’a gidip hakim oğlumun çoluk-çocuğuna mı destek olsam? Yoksa burada durup iyice ağırlaşan kocama el ayak mı olsam?” diyordu.
Bir yandan da, aynı gün merdiveden düştüğünde kırılan üç kaburgası nefes almasını zorlaştırıyordu. Ne yapacağını bilemiyordu. Üstelik daha bir yıl olmamıştı diz kapağından ameliyat olalı. Ayakları yeni yeni vücudunu taşımaya çalışıyordu. Ağrısı oluyordu ama şikâyetçi değildi.
Dertler ardı ardına sağanaklarla Koca Çınar’ın üzerine yağıyordu.
Birkaç gün sonra da, yine öğretmen olan en büyük torunu Ali, tıpkı amcası gibi ters kelepçeyle ve itile kakıla tutuklandı.
Karderşlerinin gözyaşlarına karşılık olarak onlara; “Sakın üzülüp ağlamayın! Çiğ yemedik ki karnımız ağrısın! Benim vatan, millet, bayrak, birlik, beraberlik aleyhine ihanette bulunmayacağımı siz de biliyorsunuz. Biz ömrümüzü bu değerler üzerine adamışız.” diyordu. Gözyaşları ceyhun olan annesine de; “Ana kaygılanma, kederlenme! Allah bizimle beraberdir. Sen haram lokma yemez, haksızlık etmezsin. Sütün temizdir. Sizin verdiğiniz emek, bizi bu hallere yaklaştırmaz bile. Sen kardeşlerime iyi bak. Babaanneme, dedeme iyi bak. Onların emaneti sana canım anam” diyordu.
Zaten daha fazla da konuşturmaya niyeti yoktu kolundan çekiştiren pala bıyıklı, saçı sakalı birbirine karışmış polisin. “Yürü ulan, edebiyatı bırak! Vatan, millet, bayrak sana mı kalmış?”diye kusuyordu kinini.
Koca Çınar bir de torununun derdine düşmüştü. Yanıyor, yakılıyor ama sıra dağlar gibi başı dumanlı, yücesi karlı da olsa kimseye birşey hissetirmek istemiyordu. Kendisine bakıp dertlenmek isteyenlere; “Bu da Allah’tan. O (C.C) en iyisini bilir. Allah bir yoluna koyar. Bu da geçer. Biz O’na teslim olmuşuz. Emrine amadeyiz.” diyordu.
Boynuna sarılıp ağlayan ve “Ana! Biz ne ettik? Ne yaptık? Bir gün olsun yanlışın, haksızın yanında olmadık. İnsanımızın aleyhinde olmadık. Ne eşim ne evlatlarım bir karıncayı bile bilerek incitmemişlerdir.” diyen gelinine de; “Yavrum, kızım! Tasalanma, elbet hakikat gizli kalmaz. Güneş balçıkla sıvanmaz. Allah bizi ve evlatlarını zayi etmez.” diyordu.
O gözlerin yaşı kurumayacaktı. Aradan çok zaman geçmeden, Fatma Nine’nin hayat arkadaşı vefat etti. Evlatlarının haline yaşlı ve hasta bedeni daha fazla dayanamamıştı. Son anlarında Koca Çınar’a, “Aman hatun! Rabbimizden gelene sabret. Çocukların emaneti önce Allah’ a sonra sana.” diyordu.
Babalarının cenazesine katılamayan evlatlar, evlatlarını son anlarında göremeyen babalar, evlatlarıyla sarmaşıp acıyı paylaşamayan analar… Dertler sarmalı yumak yumaktı.
Öyle de olsa hayat devam ediyor, günler geçiyordu.
Koca Çınar yollara düşmüştü. Ankara’ya nakledilen öğretmen oğlunu ve torununu görmeye cezaevine ziyarete gitmeliydi. Ama aklı o hafta tutuklanan hakim oğlunun eşindeydi.
Koca Çınar yollara düşmüştü. Ankara’ya nakledilen öğretmen oğlunu ve torununu görmeye cezaevine ziyarete gitmeliydi. Ama aklı o hafta tutuklanan hakim oğlunun eşindeydi.
Evet evet gelini de tutuklanmış üç torunu Koca Çınar’a kalmıştı.
Yollar uzundu.
Yolar çileliydi.
Gitmek bir dertti, ziyaret ayrı dert, memlekete dönüş ayrı çile…
Yolar çileliydi.
Gitmek bir dertti, ziyaret ayrı dert, memlekete dönüş ayrı çile…
Ama en zor olanı, çocukların anne babalarını sorduğu ve; “Babaanne! Babam, annem ne zaman gelecekler? Yoksa annemiz, babamız bizi terk mi etti, niye gelmiyorlar? Biz onları çok özledik. Onlara sarılmayı, annemizin koklamasını, babamızla oynamayı özledik” dedikleri anlardı.
Çocuklar bazen gizli, bazen açıktan ağlıyorlar, Fatma Nine’nin ciğerini yakıyor kavuruyorlardı!.. Anadan babadan koparılan, öksüz ve yetim gibi bırakılan torunların başlarını okşamak, Koca Çınar’ın ağrına gidiyordu…
Artık telefonu açmaya dahi korkuyordu. Neredeyse her gelen aramada yeni ve daha zor bir imtihan başlıyordu.
Dayanacak gücünün kalmadığı anlarda, “Hamdolsun eşim son zamanlarında bu imtihanlara şahit olmadı. Rabbim huzuruna aldı. Yoksa o hiç dayanamazdı” deyip eşine Fatihalar okuyordu…
Kaynak: http://magduriyetler.com/2018/05/31/koca-cinar-fatma-ninenin-feryadi/
Hiç yorum yok