“Savcı Bey! Namazın Alevilere Yasak Olduğunu Sizden Duydum” | Ahmet Arslan



Portakal ve mandalina bahçelerinden yayılan  nefis kokular herkesin başını döndürüyordu. Bahçede sadece turunçgiller yoktu.
Küçük Leyla, bu bahçenin girişindeki kiraz ve vişne ağaçlarının dallarından kopararak yediği meyvelerin tadını unutacak gibi değildi.
Ama kaderinin bahçeyle, meyvelerle, ağaçlarla birlikte örülmesini de istemiyordu.
Leyla okumak istiyordu biteviye,
Leyla öğrenmek istiyordu durmaksızın,
Leyla faydalı olmak istiyordu kendisine, ailesine, milletine, insanlığa hiç gecikmeksizin…
Bunun da yolu, okuldan geçiyordu, eğitimden, öğrenmekten geçiyordu.
Kafasına koymuştu; “Babacığım ben okuyacağım. Okumak istiyorum. Biliyorum sizi bahçede, tarlada yalnız bırakmak olmaz ama ne de olsa ona işçi bulunur. Ne olur ben okumak istiyorum. Müsade edin, ben okuyayım.” diye yalvardı yakardı…
Hem babasını, hem anasını, hem de aile büyüklerini ikna etmek çok emek gerektirse de başarmıştı. Ağabeyi; “Leyla! Okuma sevdası da nereden çıktı, biz çiftçiyiz. İşimiz, gücümüz var. Kız kısmı kırar dizini evinde oturur. Kızın yeri evidir, evlenince de erinin yanıdır.” diyordu. Ablası da; “Babam okutsa beni okuturdu.” diyerek karşı çıkıyordu.
Anası her ne kadar; “Maşaallah, zihni açık, öğretmeni de ‘bu kızı okutun bacım’ dediydi.” diyerek kızına destek çıksa da sesi çok gür değildi.
Emek verdi, ter döktü, çalıştı çabaladı bitirdi okullarını. Ankara’da Adalet Meslek Yüksekokulu’nu bitirdi. Adliyede “katibe” oldu. Hem de memleketine atandı.
Leyla Hanım çok gözdeydi. Çalışmasıyla, davranışlarıyla “örnek gösterilir” olmuştu.
Çok geçmeden de dünürcüsünün biri gelir, biri gider olmuştu. Çünkü seçkin aileler, “Bu kız tam bize gelin, evladımıza yaraşır bir eş olacak birisi” deyip sürekli Leyla Hanım’ın ana-babasının evine gidiyorlardı.
Nihayet Leyla Hanım eğitim sevdalısı, memleket aşığı bir delikanlıya gönlünü kaptırmıştı.
Evliliklerinin ardından geçen iki yılın sonunda, yanakları al al olduğundan “Kirazım!” diye seslendiği biricik kızları “Selma” da dünyaya gelmiş, evlerine neşe, sevinç, huzur getirmişti…
Bahar sona erip yaza girilmişti. Kimse gerçekten “Bahar Günlerinin” bitebileceğini aklına getiremiyordu. Leyla genç ve taze anneydi. Henüz anneliğinin ilk ayını doldurmamıştı.
Yaz mevsiminin tam ortasında, henüz “süt izni” hakkını kullanan Leyla’nın dünyası başına yıkılmıştı.
2016 yılının Temmuz ayının tam ortasında, ülkenin geleceğine kastedenler “darbe girişiminde” bulunmuş, huzura, güvene, kardeşliğe kurşun sıkmışlardı. Ortalık bir karışıklıga, hercümerce gebeydi. Leyla’yı arayan savcı; “Size ihtiyacımız var. Bir an önce işe başlamanız iyi olur. Gerçi bebeğiniz de küçük ama işler yoğun.. Bekliyoruz.” demişti.
Çaresizdi. Herşeye rağmen, bebeğini ihmal etme riskine rağmen göreve başladı.
Neler olup bittiğini kimse anlamıyordu. Ama gün oldu, Leyla’ya “Size ihtiyacımız var.. bekliyoruz.” diyenler değişti. Tavırları farklılaştı. Bildikleri insanlara karşı başkalaştılar…
Gökyüzünün aydınlık olduğu, kapkaranlık birgünde Leyla Hanım’a “görevden uzaklaştırılma” evrakını imzalattılar. Darbeye teşebbüs edenlerle(!) birlikte aynı kefeye konmuştu. Akıl tutulması yaşanıyordu. Yüzyıllardır barış içinde yaşayan konu-komşu birbirine selam vermez hatta ihbar eder olmuştu.
Leyla beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bir yandan kızını emziriyor bir yandan da; “Rabbim!  Senden gelene razıyım, lakin bu ne menem bir çile? Ne olur tez zamanda feraha erdir bizleri.” diye başlayan dualarına uzun uzun devam ediyordu.
Gün günden beter geliyordu. Bir sabah kapı  kırılırcasına çalınmıştı. Açılan kapıya ve mışıl mışıl uyuyan bebeğe rağmen evde kıyamet koparan polisler her yeri talan ediyor, örgüt delili(!) arıyorlardı.
Buldular da… Çünkü evde, dua kitabı ile mimlenmiş yayınevince basımı yapılan Kur’an-ı Kerim ele geçirilmişti(!) Deliller tutanağa bir bir yazıldı, ifadeler alındı…
Savcı soruşturma sırasında Leyla Hanım’a; “Söyle bakalım telefonundaki Bylock programıyla kimlerle neler yazıştınız? Neler görüştünüz? Anlat, dökül bakalım!” demişti
Yeni doğmuş bebeğiyle hem nezarette hem de adliyede çektiği bir sürü sıkıntının da etkisiyle savcının dediklerinden bir şey anlamayan genç anne şaşırıp kalmış ve; “Efendim, ben anlamam bu işlerden. Ne dediğinizi çözemiyorum bile! İsterseniz kardeşime sorun, o bilir? Ne demekse bana da anlatır. Ben de o zaman cevaplarım.” deyince erkek kardeşini getirmişlerdi..
Yağız delikanlı apar topar portakal bahçesinden jandarma tarfından alınıp getirildi. Elleri arkadan kelepçeliydi. Durumu ancak adliyede anlayabilen delikanlı Savcının karşısındaydı.
Savcı bağıra-çağıra; “Demek sen biliyon bu işleri. Demek sen kullanıyordun. Demek F…/PDY üyesi sensin. Anlat bakalım” dediğinde
delikanlı bir anlam verememiş, şaşkınlıkla; “Ben böyle birilerini bilmem, tanımam. Hem beni çevremden sorsaydınız öğrenirdiniz, ben Aleviyim. Hem anam-babam da alevidir.” demişti. Savcı bağırarak; “Sorduk kardeşim. Ama seni namaz kılarken gördüklerini söyleyenler var. Geç bunları, anlat bakalım.” demişti.
Bu yeni durum dellikanlıyı iyiden iyiye şaşırtmıştı. Öyle ya devletin Cumhuriyet Savcısı(!) nasıl da böyle bir söz sarfedebilirdi.
Bunun üzerine delikanlı; “Sayın savcım,  namazın başkalarına serbest, alevilere yasak olduğunu ve namaz kılanın ‘terörist’ olacağını düşünmedim. Hem Aleviler namaz kılmaz diye düşünmenize sebep ne? İslamiyetsiz Alevilik düşünülebilir mi? dediyse  ve; “Hem kızkardeşim hukuksuz hiç bir şey yapmamıştır.
İnsanların çocuklarını Milli Eğitimin denetiminde,  açılışı ve bütün törenleri devlet erkanınca sürekli takip edilen okullara göndermesi veya bir bankaya para yatırması bahanesiyle suçlanması ne derece hukuka sığar?Hangi gönül buna razı olur? Fakire fukaraya, güçsüze-kimsesize yardım suç mu? Kim bugüzelliklerin karşısında durabilir? Bu güzelliği düşünenlere, yapanlara  “terörist” demek hangi vicdana sığar? Emzikli bebeği olan eli öpülesi anneler, seksenini aşmış yaşlıları hapsetmek hangi hukukta var? Şayet bu güzel faaliyetler suçsa bütün ülke suçlu.” deyince savcı köpürdü.
Bu sözler bile savcının “tutuklamaya sevk”  etmesine engel olamamıştı. Savcı ağzını köpürtmüştü bir kere. Adalet, farklı ve hazin bir hikaye yaşıyordu.
Savcının odasından her iki yanında iri yarı iki polisin ite kaka sürüklemesiyle , elleri adeta prangalanmış vaziyette çıkarılan delikanlı koridora bakakaldı. Ablası, onca kalabalıkta emziremediği yavrusunu avutmak için  çaresizlik gözyaşlarıyla bir o yana bir bu yana beyhude sallıyordu. Minik Selma, dayısının geldiğini hissetmiş gibi, bir anda sustu. Sanki onunla vedalaşmak istemişti.
Leyla Hanım kardeşine doğru yöneldiğinde, polislerin hoyrat bakışlarından bir ceylan edasıyla ürktü. Ardından da kardeşine “Üzülme kardeşim, bunca zulmün, onca haksızlığın içinde bizim de payımıza bu düştü. Rabbim bizimle beraberdir. Nasılsa bu Kerbela dönemi bitecektir.” dedi. Bu sırada polislerden birinin “Daha fazla kaşınma kadın! Çekil şuradan!” diyerek omuzundan itmesiyle neredeyse düşecek gibi oldu.
Adliye koridorlarında bir anne örseleniyordu.O sırada delikanlı “Sakın ablama…” diye başlayan cümlesini tamamlayamamış, iki polisin kollarında bayılmıştı. Leyla Hanım’ın dünyası kararmış “Hüseyinnnn! ..” diyen inlemeleri koridoru doldurmuştu.
Hüseyin’i sürüklercesine götürdüler.
Leyla Hanım kucagında yavrusuyla, Adliye koridorunun soğuk zeminine yığılıp kalmıştı. Yerlerde sürüklenen kardeşinin ardından gözyaşı dökmekten başka elinden bir şey gelmiyordu!..
Kaynak: http://magduriyetler.com/2018/06/12/savci-bey-namazin-alevilere-yasak-oldugunu-sizden-duydum/

Hiç yorum yok