Sapan Taşı - Akif BEDİR



Mehmet Bey, evde olduğu her akşam çocuklarını uyuturken hikaye okurdu. O akşam da iki aslan parçası oğlu ödevlerini bitirmişti babalarının anlatacağı hikayeyi merakla bekliyorlardı. Mehmet Bey odaya girdi, elinde kitap yoktu. Çocuklar meraklı bakışlarını görünce bu akşamki hikayeyi kitaptan okumayacağını söyleyip başladı anlatmaya.
Uzun bir yoldan geliyordu atlılar. Yaban ellerde aç susuz ilerliyorlardı. İleride geçilmesi gereken derin bir ırmak kalmıştı. Irmağı geçebilirlerse düşman topraklarına ulaşacaklardı. Komutanları yüksek sesle haykırdı askerlerine, ” Bu dereden bir avuçtan fazla su içilmeyecek, yoksa büyünün etkisiyle düşman askerlerine karşı savaşacak gücünüz kalmaz!”
Susuzluğa dayanamayan askerlerin büyük bir kısmı uyarılara rağmen doyasıya içtiler sudan. Biraz sonra büylü suyun etkisiyle sudan doyasıya içen askerler birer birer uyuklamaya başladılar. Kitaplarında yazılanlara göre hareket eden Davut ve az sayıdaki arkadaşları ise komutanın uyarısını da dikkate alarak bir avuçtan fazla su içmediler.
Kapı zilinin kesintisiz çalmasıyla aslında günlerdir beklediği anın geldiğini anlamıştı Mehmet Bey. Çocuklar ise hikayelerinin en heyecanlı yerinde kesilmesinden dolayı çok üzülmüşlerdi.
İçeriye onlarca polis girmiş, evleri didik didik aranmış ve Mehmet Beyin bileklerine ailesinin gözleri önünde kelepçe takılmıştı. Mehmet Bey kapıdan çıkarken ” Korkmayın çocuklar ben o ırmaktan sadece bir avuç su içtim.” diyebilmişti.
Artık Hasan ile Hüseyin kardeşlere hikaye okuma görevi ablalarına kalmıştı. Hangi hikaye okunsa okunsun onların akılları Davut ve arkadaşlarındaydı. Kendilerine okunan hikayelerin sonlarına doğru uyumuş numarası yapıyorlar, ışıkları söndürülüp kapıları kapanınca da baba hasretinin ateşini gözyaşlarıyla söndürmeye çalışarak uyuyorlardı.
Hasan ilkokul üçe, Hüseyin ise bire gidiyordu. Babalarının hasreti derslerini çok etkilemişti. Durumdan haberi olmayan öğretmenleri annelerini okula çağırmıştı.
Büyük ablaları Zeynep lise son sınıfa gidiyordu. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Biraz birikmişleri vardı ama kazanırsa üniversitenin masrafları aileye yeni bir yük getirecekti. Annesine konuyu açmış o da problem yapmamasını, babasının suçsuz olduğunu, yakında çıkacağını söylemişti. Ayrıca başarılı olmasının babasını içeride daha mutlu edeceğini düş
ünerek daha çok çalışmaya da başlamıştı.

Azra ise tam bir baba delisiydi. Ne yaparsa yapsın babasının suçsuz yere hapse atılmasına dayanamıyordu. Onuncu sınıfa gidiyordu. Ergenliğin de etkisiyle kendisini toparlaması uzun süreceğe benziyordu.
Her açık görüşte Mehmet Bey çocuklarını motive ediyor, eşi Ayşe Hanıma dik durduğu için teşekkür ediyor, onları kuçaklıyor, öpüyor yeni hedefler vererek eve gönderiyordu.
Zeynep üniversiteyi kazanmıştı.
Azra da yavaş yavaş eski başarılı dönemine dönmüştü. Zeynep ablası gibi o da çok sevdiği babasını derslerinde başarılı olarak mutlu edebileceğini düşünüyordu.

Aylar geçiyor ama bir türlü iddianame hazırlanmıyor süreç uzadıkça şartlar da giderek zorlaşıyordu. Ayşe Hanım daha düne kadar dünyanın en güzel iyilik hareketi içinde kocasıyla koşuyor; insanlara sofralarını, gönüllerini açıyorlardı. Renk dil, ırk, mezhep ayırmadan, çocuklarına sahip çıkıyorlardı. Şimdi ise dört çocukla ortada kalmışlardı.
Ayşe Hanımın kendi ailesi için bir şey istemeye yüzü varmıyordu. Ara sıra çocukların dayısı geliyor gördüğü ihtiyaçları gideriyordu. Kardeşi “Bacım bir telefonun yeter!” dese de Ayşe Hanım isteyemiyordu. Dört okuyan çocuğun masrafları da bitmiyordu. Ayşe Hanım artık çocuklar okuldayken temizliğe gitmeye başlamıştı.
Bir açık görüşte Hasan dayanamayıp babasına sordu. “Davut ve arkadaşlarına ne oldu, Baba.” Mehmet Bey anlatmaya başladı “Az sayıdaki askerleri büyük bir düşman ordusu kuşattı. Artık varlık ve yokluk savaşı başlamıştı. Herbiri bir yere dağılıp savunma savaşına başladılar. Bu arada komutan ve büyülü sudan içen askerler de Davut ve arkadaşlarına saldırıyordu. Gardiyanların “Görüş bitti.” uyarısı ile hikayeleri yine yarım kalmıştı.
Mehmet Bey, kapıdan çıkarken son kez babalarına bakan, gözleri yaşlı oğullarına, “Üzülmeyin Davut ve arkadaşları Allah’ın yardımıyla kurtulacak! ” diye bağırmıştı.
Çocuklarını okula gönderdikten sonra Ayşe Hanım hazırlanıp temizlik yapacağı eve doğru yürümeye başladı. Bir ay sonra kocasının son mahkemesi vardı. Mehmet Bey son telefon görüşmesinde büyük bir ihtimalle tahliye olacağını söylemişti.
En azından kendileri adına zor günlerin bitecek olması onu mutlu ediyordu. On sekiz aylık imtihanı başarıyla atlatmış olacaklardı.
Hep vermeye alışık olan insanın başkalarına el açmasının zorluğunu yaşayarak anla
mıştı. Kardeşi bile olsa isteyemiyordu. Bu nedenle de Mehmet Bey çıkınca kendileri gibi zorda olan insanları arayıp bulmaları gerekiyordu. Aşından işinden edilen çok fazla insan vardı. Çünkü onlar son nefeslerinde bile bir yudum suyu birbirlerine tercih eden Sahabi hikayeleriyle büyümüşlerdi.

Elindeki adrese bakip bir apartmana yöneldi. Zili çaldı, temizlik için geldiğini söyleyip içeri girdi. Evin hanımının çay ısrarına rağmen vakit kaybetmeden işe başladı. Çocuklar okuldan dönmeden işini bitirip evinde olması gerekiyordu.
Sıra koltuklara gelmişti. Tek başına ağır koltukları, parkeleri çizdirmeden kaldırması gerekiyordu. Evin hanımı Ayşe Hanımın feryadıyla salona koştu. Ayşe Hanımı koltuğun önünde acı içinde kıvranırken buldu.
Ambulansla hastaneye kaldırıldı. Yapılan tetkikler sonucunda zorlama nedeniyle belinde açılma meydan gelmişti. Artık kendine çok dikkat etmesi gerekiyordu. Kardeşi gelip olanları öğrenince onları ihmal ettiği için çok üzülmüştü.Artık düzenli bir şekilde yardım etmeye karar verdi.
Son mahkemede Mehmet Beye tahliye kararı verildi. On sekiz aylık çile bitmişti. Mehmet Bey hemen iş aramaya başladı. Mahkeme tahliye vermişti ama insanların gözünde hala öcüydü. Kimse iş vermiyordu. Tahliye olmasına rağmen eski işine de dönemiyordu. İçerden çıkmıştı ama kuşatma devam ediyordu.
Babadan kalma bir tarlaları vardı. Mehmet Bey, hem meyveleri toplayıp paraya çevirmek hem de alan olursa tarlayı satmak için memlekete gitmeye karar verdi.
Köyde beş on aile kalmıştı. İnsanlar çocuklarının daha iyi bir eğitim alması ve sigortali bir işte çalışma umuduyla şehirlere göçmüş, Toprak satın alıp işleyecek insan kalmamıştı.
Bahçede birkaç meyve ağacı vardı. Meyveleri toplamak için çıktığı ağacın dalının kırılmasıyla Mehmet Bey kendini yerde buldu. Köylülerin çağırdığı ambulansla hastaneye kaldırılan Mehmet Beyin üç kaburga kemiği kırıldığı ortaya çıktı.
Aylarca yataktan çıkamayacaktı. Fiili olarak bütün kapılar kapanmıştı. Eşi de kendisi de artık çalışamıyordu. Kayınbiraderinin de gücü bir yere kadar yetiyordu.
Azra, bu sene üniversite sınavına girecekti. Dayısı bu durumu karşılayabilir miydi? Bilmiyordu. Ailesi için de çok üzülüyordu. Sınavı kazanacak kadar puan alıp onları sevindirmeliydi. Okul masraflarını nasıl halledeceklerdi. İkisi de çalışamıyordu. Kazansa bir dert kazanmasa bir dert.
Bunları düşünmekten ders de çalışamıyordu. Sınava bu psikolojiyle girdi. Sonuçlar geldiğinde düşük puanlı yerleri rahat kazanabilecek bir puan almıştı. Babasının iyileşmesi için baya bir zamana ihtiyaç vardı. Annesi zaten çalışamıyordu. Dayısına da yük olmak istemiyordu. Kendince bir çözüm bulmuştu. Yüksek puanlı okulları yazacak ve bu seneyi böyle geçirecekti. Düşündüğü gibi oldu.
Mehmet Bey yataktan kalkamasa da Allahtan umudunu kesmiyor kul sıkışmadan hızır yetişmez diyordu. Dualarında “Namerde boyun eğdirme Allahım.”diyordu. Ayşe Hanım, “Ne hayallerim vardı Bey, seninle yine eskisi gibi iyiliğe koşacaktık olmadı.” dedi hüzünle.
Hasan ile Hüseyin ödevlerini bitirmiş babalarının yatağına gelip ondan yarım kalan Davut ve arkadaşlarının hikayesini anlatmalarını istediler. “Nerede kalmıştık.” diye sordu Mehmet Bey oğullarına.
Hasan, “Babacım savunma savaşı yapıyorlardı. Herkes onlara saldırıyordu.” diye cevap verdi.
Mehmet Bey de devam etti. Davut arkadaşlarına, “Hepimiz birbirimize yardım edelim. Kimse yalnız kalmasın. Biz seferden sorumluyuz. Zafer Allahtan. “dedi. Bu arada düşman komutanı da gururlu gururlu askerlerinin arasında geziyordu.
Davut elindeki sapana yerden bir taşalıp yerleştirdi. Düşman komutanını hedef alarak “Allahın adıyla.” deyip fırlattı. Taş havada süzülerek düşman saflarına doğru hızla gitti, gitti, gitti. Kimse havadaki taşı farketmiyordu.
Yine kapı zili çaldı, Çocuklar kısa aralıklarla üç kez çalan zilin hikayelerini bölmesine çok üzüldüler.
Mehmet Bey “Çocuklar siz kapıyı açın taş havada süzülüyor belki de siz kapıyı açmadan hedefine ulaşır hikaye zaten bitti bitiyor.” dedi.
Kapıyı açan çocuklar, karşılarında babası gibi tebessüm eden bir adam ve anneleri gibi nur yüzlü iki kadın gördüler. Ellerinde poşetler vardı.
Hasan, “Amca siz de Davutun arkadaşlarından mısınız?” dedi.

Mehmet Beyi yatakta bulan misafirler çok geç kaldıkları için gözyaşları için mağdur aileden haklarını helal etmelerini istediler.


Kaynak: Mağduriyetler http://magduriyetler.com/2019/01/06/sapan-tasi/

Hiç yorum yok