Tutsak bebek Muaz’ın annesinden mektup: Ses çıkarmasın diye oğlumun gözlerine bakamıyorum
BOLD MEDYA'dan Sevinç ÖZARSLAN'ın haberine göre;Cemaat soruşturmaları kapsamında iki kez gözaltına alınıp tutuklanan Nurhan Erdal Bahadır (38), bebekli bir annenin cezaevinde neler yaşadığını yazdı. Eşi Levent Bahadır’a bir mektup gönderen genç anne, oğlu Muaz 60 günlükken 7 Aralık 2018’de ikinci kez hapse girdi. Bel fıtığı hastası anne ve Muaz bebek bir yıldır Tarsus Cezaevinde 15 kişilik koğuşta yaşam mücadelesi veriyor.Birinci yaşını cezaevinde dolduran Muaz’ın annesi, cezaevinde bebeğine nasıl baktığını, onu ne şartlar altında büyütmek zorunda kaldığını peyder pey kaleme aldığı 16 sayfalık uzun mektubunda dehşete düşüren ifadelerle aktarıyor.
Nurhan Erdal Bahadır’ın 17 Ağustos 2019’da yazmaya başlayıp 12 Eylül 2019’da tamamladığı mektubunu Muaz’ın 4 Ekim 2019’da yapılan 1. yaş günü kutlamasında çektirilen 6 fotoğraflarla birlikte yayınlıyoruz.
SES ÇIKARMASIN DİYE GÖZLERİNE BAKAMIYORDUM
Nurhan Erdal Bahadır, bir anne olarak çocuğuyla koğuşta iletişim kuramamanın zorluğunu anlatırken yazdığı ifadeler oldukça ağır:
“Kuzum benim ilk ses çıkarmaya başladığı aylarda, bir şeyler mırıldanmasın, ses çıkarmasın diye gözlerine bakmıyordum. Şimdi ise bülbül gibi şakıyor. Sabah saat kaçta uyanırsa uyansın, insanlar rahatsız olmasın diye hemen aşağıya yemekhaneye iniyoruz.”
AŞAĞISI ÇOK SOĞUK
“Burası o kadar zor bir yer ki anlatamam. Bir de yanında minicik bir bebek varsa daha da zor. Üst katta yatakhanemiz var. Şahsi ihtiyaçların için alt kata inmen gerekiyor. Bebeğimi alt kata indiremiyorum. Çünkü aşağısı çok soğuk ve Muaz’ı yatırabileceğim bir alan yoktu. Aşağı katta yemekhane, banyo ve tuvalet vardı. Tuvalet ve banyo bir kullanılıyordu. Saatlerce aç kaldığımı biliyorum.”
RANZADAN DÜŞTÜ, AYAĞINA İP BAĞLA DEDİLER
Sadece Muaz değil, cezaevinde düşen, kafasını yarılan başka bebekler de oldu. Cezaevinde çıkan yemekler yetişkinler için bile sorunken bir bebek kuru fasulye ya da patlıcan kızartmasıyla beslenmeye mecbur kalıyor:
“Bebeğime 6. aydan itibaren ek gıda veremedim. Burada Muaz’a verebileceğim uygun gıda yoktu. 7. ayda çiğ sebze ve çorba yapabileceğim bir elektrikli tencere istemek için kurum müdürüyle görüştüm. İzin çıkmadı. Canım bebeğim için çok çabaladım ama olmadı. Hatta emeklemeye başladığı için ranzadan düştü. Ranzanın etrafını çevirmek için file istediğimde hiç hoşlanmadığım bir cevap almıştım. Müdürlerden birisi, “Ayağından iple bağla” dedi. Burada söyleyecek hiçbir sözüm yok!”
7 AYLIK BEBEĞİ KURU FASULYE İLE BESLEDİM
Cezaevlerindeki en önemli sorunlardan biri yemekler ve kişisel ihtiyaçları karşılamanın zorluğu. Bebekli olunca bu sorunlar daha da katlanıyor:
“Muaz’ımız şu anda karavanda hangi yemek gelirse onu yiyor… Sıcak yemek yiyemiyor. Çorba olarak mercimek çorbası geliyor. Bu çorbayı hiç sevmedi. Kuru fasulye, nohut, barbunya, kızarmış patlıcan yemeği… İşte, 7. aydaki bir bebeği bu yemeklerle besliyordum.”
BANYO İÇİN YATAKHANEYE SU TAŞIDIM
“İlk geldiğimizde banyosunu korkumdan 8-9 gün yaptırmadım. Banyo çok soğuktu ve orayı ısıtacak bir cihaz dahi yoktu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Muaz’ı daha önce hiç tek başıma yıkamamıştım. Sonra bir arkadaş beni cesaretlendirdi. Ben kovalarla üst kata (yatakhaneye) su taşıdım. Arkadaş da Muaz’ı çamaşır leğeninde yıkadı. İki ay o arkadaş yıkadı. Bu süre zarfında kovalarla yatakhaneye su taşıyor leğende biriken suları kovayla tekrar aşağıya indiriyordum. Sonrasında belimdeki fıtığın ağrısı artmaya başlayınca koğuştaki arkadaşlardan yardımcı olanlar oldu.”
GÖZÜNDEKİ KAYMA İLERLEDİ
Muaz bebek kalp hastalığı ve göz kayması sorunuyla dünyaya geldi. Annesi zor koşulların yanı sıra oğlunun hastalığıyla da hapiste mücadele etmek zorunda kaldı:
“İçimi sızlatan bir başka durum ise; hatırlıyorsan Muaz’ a daha evvel takılması gereken gözlükler burada dört aylık iken verildi. Muaz’ın sağ ve sol gözünde kayma ve göz kanallarında ise tıkanıklık var. Kontrol için Mersin Üniversitesi Hastanesine gittik. Doktor, ‘Bebeğinizin gözünde kayma ilerlemiş 2 derece iken 2.5 derece olmuş. Göz kanallarındaki tıkanıklık masajla açılmamış masaja devam edin. Bir yaşından sonra (4 Ekim’de, bir yaşına girecek) masajla açılmamışsa aynı gün girişini yapar ameliyat ederiz’ dedi. Kasım ayına tekrar kontrole gelmemizi söyledi. Gözündeki kayma için de ‘En son ameliyat yaparız. Şimdilik gözlük ile takibini yapacağız’ dedi.”
BEBEKLE 7 SAAT CEZAEVİ ARACINDA BEKLEDİM
Cezaevlerindeki en büyük sorunlardan biri de hücre şeklinde yapılan araçlarda hastaneye, doktora gitmek zorunda kalmaları. Bahadır, bebekli bir annenin öyle bir araçta seyahate zorlanmasını zorluğunu da anlatıyor:
“Hastaneye gidiş günümüzü anlatayım. Sabah saat 08.00’de alıyorlar. Çıkış yapacağımız yerden en az 30 dakika en fazla bir saat bekliyoruz. Sonra araçlar geliyor. Çok şükür bu sefer bindiğimiz araçların camı var. Dışarıyı görebiliyorduk. Tek kişilik koltukları kabin yaparak hücre haline getirmişler. Bebeğimle birlikte o kabine bindik. Mersin Üniversitesine gittiğimiz için yol bir saat sürüyor. Hastaneye vardığımızda araçların içinde bekliyoruz. Muaz’la birlikte o gün yedi saat aracın içinde bekledik.”
SOSYOLOJİ MEZUNU
2012 yılında Atatürk Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olan Nurhan Erdal Bahadır (38), 15 Temmuz’dan sonra Cemaat soruşturmaları kapsamında tutuklandı. Nurhan Erdal Bahadır’ı aramak için Adana’daki evlerine gelen Adana KOM polisleri, Bahadır’ı evde bulamayınca kardeşini gözaltına aldı. O günlerde evlilik hazırlığı yapan Bahadır, olayı öğrenir öğrenmez karakola gitti. “Beni arıyorsunuz, kardeşimi bırakın, beni alın” demesine ve kendi ayaklarıyla ifadeye gitmesine rağmen 11 Eylül 2016’da iki kardeş de tutuklandı.
Tarsus Cezaevi’ne gönderilen Bahadır 10 ay sonra, kardeşi 2,5 ay sonra tahliye edildi. Tekrar evlilik hazırlıklarına devam eden Bahadır 2 Aralık 2017’de evlendi. 1 Ekim 2018’de oğlu Muaz dünyaya geldi. 7 Aralık 2018’de ise Adana 2 Ağır Ceza Mahkemesinde görülen karar duruşmasına giden Bahadır, 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı ve tekrar Tarsus Cezaevine gönderildi. Muaz bebek o günlerde 63 günlüktü. 4 Ekim 2019’da 1. yaşını doldurdu.
16 SAYFALIK TARİHİ BİR MEKTUBUN ORİJİNALİ
Merhaba
Olağanüstü hal çok kötü bir dönemdi. On beş günde bir telefon hakkımız vardı. İki ayda bir açık görüş oluyordu… Sen o zamanlar görüşüme gelemiyordun. Sadece ayda bir telefon görüşmesi yapabiliyorduk. Evli değildik. Bu süreç evliliğimizi de geciktirmişti. Muaz’ım, canım oğlum belki de iki sene önce dünyaya gelecekti. Bize bunları yaşatanlar… Ah! Onlar, ah!.. Canım, biraz maziye dönüp seninle dertleşmek istiyorum.
Acı hikayemiz 08 Ekim 2016 tarihinde sabah 05.00 sularında polisin zile basmasıyla başladı. Kardeşim: “Kim o?” “Polis! Açın kapıyı arama var.” deyince kardeşim kapıyı açıyor. Polisler, beni soruyorlar. Halit, evde olmadığımı söyleyince polisler arama emri olmadığı halde içeriye girip evi aramışlar. Ben ise o sıralarda anneciğimle birlikte memlekette yaşlı babaanneme (102 yaşında) bakıyorduk. Babaanneciğim yaşlı olduğu için kişisel ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Kardeşim gün içinde beni telefonla arayıp, “Abla, polisler seni arıyor, Adana’ya gelmen gerekiyor.” dedi.
Hafta sonuna denk geldiği için gidememiştim. Pazartesi günü Adana’ya gidince mahallemizde bulunan iki karakola da gittim. Karakolda, “Onlar polis değildir. Polis ne için geldiğini açıklar ve size hangi karakola gitmesi gerektiğini belirten not bırakırlar.” dedi. Bunu duyunca çok şaşırdım. Sonuçta bu yaşıma kadar hiç karakola gitmedim. Ayrıca polislerle de bugüne kadar hiç muhatap olmamıştım. Eve gidememiştim. O gün bir akrabamızda kaldım. İkinci günün sabahında telefonum çaldı. Telefondaki ses: “Hamit işe gelmedi nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye soruyordu. Hayır, dedim. Hamit’i merak edip eve gittiğimizde polisler her yeri dağıtmışlardı. Sanki evimize hırsız girmiş aradığını bulamamış gibiydi.
Yusuf’la birlikte Hamit’i aramaya çıktık. Karakola haber verdik. En sonunda Adana KOM’da Hamit’in gözaltına alındığını öğrendik. Karakola gittiğimizde Yusuf, Hamit’in durumunu sorarken ben de bir diğer polise, beni aramışlar ama herhangi bir not bırakmamışlar. Mahallemizde bulunan iki karakola da gittim. Durumu anlattım fakat net bir cevap alamadım, dedim. Polis, “Hanımefendi siz şöyle oturun. Kimliğinizi verin.” dedi. Oturdum. Ve canım, o karakoldan çıkamadım.
“Fetö/pyd terör örgütüne üye olduğum gerekçesiyle…” gözaltına alınmıştım. Allah’ım o kadar kötü olmuştum ki ben terör örgütüne üye olsam kendi isteğimle karakol karakol gezip bir de üstüne KOM’a gidip beni neden arıyorsunuz diye sorar mıydım. Ah canım ya, o günler gitsin ve bir daha hiç geri gelmesin. Neden mi?
KOM şubede bana sürekli soru soran bir başkomiser vardı. Adı Tuna’ydı. Sürekli aşağılayıcı şeyler söylüyor, argo kelimeler kullanıyordu. O kadar bunalmıştım ki çıldıracak gibiydim. Baş komiser, “Suçlusun sen! Fetö terör örgütüne üyesin, bildiklerini anlat ve etkin pişmanlıktan yararlan” diyordu. Ben bir şey yapmadım. Ben suçsuzum dediğim zaman çıldırıyordu. Aman Allah’ım o günler… Bir gece nezarette kaldım. Sabah erkenden adli tıpa götürüldüm. Sonrasında mahkemeye çıktım.
Mahkemede hakim, beni sorgulayan başkomiser gibi direkt, “Suçlusun! Etkin pişmanlıktan yararlanmak istiyor musun?” dedi. Hayır ben bir şey yapmadım. Ben terörist değilim! Hiçbir terör örgütüne de üye değilim, dedim. Hakim cevabını beni tutuklayarak vermişti. Benimle birlikte bir kadın vardı. Ona ev hapsi verip serbest bıraktı.
Akşam saatlerinde Tarsus Cezaevi’ne getirildim. O kadar çok kokuyordum ki başıma neler gelecekti bilmiyordum. Cezaevinde kıyafetlerimizi çıkartarak üst araması yaptılar. O kadar çok utanmıştım ki… 9. koğuşa yerleştirdiler. Oradaki herkes Fetöden tutuklanmıştı. Çoğu hakimdi. Bir üniversite mezunu, komiser, iki öğretmen, bir de yurt müdürü vardı. Allah’ım ya koğuşta üniversite okumayan yoktu. Bunlar darbeden ve üyelikten yargılanıyorlardı. Bana çok komik gelen bir diğer noktada silahlı terör örgütü deyip girdikleri evlerde silah değil kitap toplayarak çıkıyorlardı.
İleride torunlarımız eminim buna güleceklerdir. Anneannemiz ya da babaannemiz gerçekten suçsuz yere yatmışlar ve suçsuzluklarını yıllarca ispatlayamamışlar diyecekler. Bir gün bütün gerçekler ortaya çıktığında bize terörist diyenlerin karşısına çıkıp haykırmak istiyorum. Benim ve 63 günlük bebeğimin hakkına girdiniz! Bizlere iftira attınız! Demek istiyorum.
Can, tam 8,5 ay tutuklu kaldım… 3. mahkemede tahliye olmuştum. İlk mahkemeye çıktığımda hakim o kadar çok bağırmıştı ki unutamıyorum. Bir yandan sürekli soru soruyor. Sorularına istediği gibi cevap verilmeyince sinirlenip bağırıyordu. Her seferinde ben suçsuzum hiçbir terör örgütüne üye değilim. Ben terörist değilim, dediğimde. Hakim, “Etkin pişmanlıktan yararlan.” diyordu. Ben ise kanunlara aykırı bir şey yapmadım, neden etkin pişmanlıktan yararlanayım, diyordum. Düşünsene etkin pişmanlıktan yararlanmak aslında terörist olduğunu bir nevi kabul etmekti. Mahkemede etkin pişmanlıktan yararlanıp terörist olduklarını kabul eden insanlar da oldu. Ben bu duruma çok şaşırmıştım. Resmen insanlarla kelime oyunu oynayıp aslında onlara “Ben teröristim” demelerini sağlıyorlardı.
Hımmm… Bir de isim vermesen etkin pişmanlıktan yararlanamıyorsun. Evet, mahkeme bitti. Hakim tutukluluğuma devam kararı vermişti. Mahkemeye beni görmeye sen de gelmiştin. Ama birbirimizi görememiştik…
Mahkeme başkanı, 2. mahkemede bana terör örgütüne üye olduğumu kabul ettirmeye çalışıyordu. Ben, üye değilim, dediğim zaman kızıyordu. Hakim “Sen bana isim söyle ben de, sana yardımcı olayım indirim alırsın ve tutuksuz yargılanırsın” diyordu. Allah’ım o kadar çok üzülmüştüm ki bu olayın tarifi kelimelerle anlatılacak gibi değil. İsimmiş ne ismi vereceğim ben terörist değilim!!! Anaokulunda öğretmenlik yaptığım dönemde Adana Cumhuriyet Başsavcısının çocukları, hakimlerin çocukları… Hepsi geliyordu. Bizler öğrencilerimize anne-babaya saygıdan sonra vatan sevgisini anlatıyorduk. Şimdi ise hakim karşısında yargılanan öğretmen, bir terörist olarak yargılanıyordu.
3. mahkemede tahliye olmuştum. Ramazan ayıydı. Mahkemeye başka vekil bir hakim tayin edilmişti. Tahliye nedenim ise sağlık sorunlarımdı. Cezaevi o kadar eskiydi ki babacığımdan da yaşlıydı. Koğuşun en dip köşesinde kalıyordum. Ranzam duvara bitişikti. Rutubetten duvarların sıvası dökülüyordu. Sürekli rutubet kokusu ile uyuyor ve uyanıyordum. Bir gün yatağımın nevresimini değiştirirken bir ıslaklık hissettim. Yatağımı ranzadan çıkartınca rutubetten nemlendiğini görünce yeni yatak istedim. Bana yatak yerine karton verdiler. “Yatağının nemli yerine koy iyi gelir. Yeni yatak veremeyiz.” dediler. Çok komik değil mi? İnsan hayatı bu kadar ucuz işte…
Belimde fıtık vardı. Yataktan dolayı fıtığım ilerledi. En sonunda hastanede belimin sağ tarafında üç yerde fıtık olduğu ve sağ kalça kemiğinde ciddi anlamda aşınma olduğu için sinirlerime baskı yaptığı anlaşıldı. Fizik tedavi doktoru “Kesinlikle merdiven çıkmayacaksın ve ortopedik yatakta yatman gerekiyor.” demişti.
Doktor bu şekilde söyleyince kendi kendime gülümsedim. Cezaevinde yaşadığım mevzu aklıma geldi. Allah’ım suçsuz bir şekilde tutuklu bulunuyorum ve sağlığımda bu gidişle daha kötü olacak diye korkmaya başlamıştım. Üzerinde iki ay geçti. Sağ kasık bölgemde ciddi bir ağrı oluşmaya başladı. Acil olarak hastaneye sevkim yapılınca hemen götürüldüm.
Cerrah doktoru, “Ameliyat olman gerekiyor yatışını yapacağım” dedi. Önce tamam, dedim. Çünkü ağrım dayanılacak gibi değildi. Sonrasında doktora neden ameliyat olacağım diye sorduğumda “Açıp bakacağız, ben de bilmiyorum.” dedi. Allah’ım ya bir doktor ameliyat yapacak ama ne için yaptığını bilmeyecek. Yatış yapacağım yere gittik. Yatış işlemlerim yapılırken doktorun bu cevabının üzerine ameliyat olmaktan vazgeçtim.
Sonuçta ben o doktorun gözünde mahkumdum ve bizlerin bir kıymeti yoktu… Ölsek de olur. Yaşadığım bu ciddi sağlık sorununu hapishaneye geldiğimde ayrıntılı olarak Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesine dilekçe yazdım. Bekar bir kadın olduğumu, kasık bölgemde acil olarak ameliyat olmam gerektiği ama genel cerrah doktorunun ne için ameliyat yapacağını bilmediğini, bana, “O bölgeyi açıp bakarız belki de bağırsaklarında sorun vardır.” cevabını verdiğini yazdım. Ayrıca ameliyat olduktan sonra yatış yapacağım yerinde bana uygun olmadığını belirttim.
Ben, tesettürlü bir kadınım ve beni büyük bir odanın içinde demir parmaklıklarla ayrılmış bölümde yatıracaklar, hemen karşımda ise bir komutan ve iki er beni bekleyecekler. Narkozlu olarak geleceğim, nasıl uyanacağım belli değil. Bunların hepsini düşünce ölmek daha cazip gelmişti. Sonuçta beni kimse o halde görmeyecekti. Hiç tanımadığım erkeklerle aynı odada kalmayacaktım.
Yanlış hatırlamıyorsam bu dilekçemden bir ay sonra üçüncü mahkemem vardı. Daha önceki Hakimin yerine vekalet eden mahkeme başkanı, “Yazdığın dilekçeleri okudum. Bir de senden dinlemek istiyorum” dedi. Ben de anlattım. Ben uyandığımda güvendiğim bir kişinin veya ailemden birinin yanında olmak istiyorum. Mahkum olarak değil, vatandaş olarak ameliyat olmak istiyorum. Narkozun etkisinden kurtulunca karşımda annemi ve kardeşlerimi görmek istiyorum, dedim. Bunları anlatırken mahkemede bulunan tutuklu yakınlarının ağlama sesleri duyuluyordu.
Hakim oturmamı söyledi. Bu hakim sıkıntılarımızı dinliyor, tutuklulara söz hakkı veriyordu. Daha önceki hakim ise konuşturmuyor, “Geç bunları geç geç eklemek istediğin başka bir şey var mı?” diyordu.
Bu mahkemede hiç gerilmemiştim. Kendimi çok rahat ifade etmiştim. Hatta konuşurken susturulmamıştım. Eğer diğer hakim olsaydı sıkıntılarımızı dinleyeceğini hiç düşünmüyordum. Evet, beklenen karar aşaması canım… “Nurhan Erdal, sağlık nedenlerinden dolayı haftada bir gün imza ile tutuksuz yargılanmasına, diğer tutukluların tutukluluğuna devam.” Allah’ım inanamamıştım. O kadar çok sevinmiştim ki anlatamam. Ama arkamı döndüğümde diğer tutuklu yakınları ağlıyordu. Mahkemeden çıkıp jandarmalarla birlikte ring aracına giderken annemin ve kardeşimin sevinç çığlıkları kulaklarımda çınlıyordu.
Bir önceki mahkememde gelmiştin ama bu mahkemede ise izin alamadığın için gelememiştim. Gözüm seni çok aramıştı… Daha sonra beni ring aracına götürdüler ama koluma kelepçe takmamışlardı. Allah’ım denetimli serbestlikle de olsa artık özgürdüm. Hapishaneye tekrar döndüğümüzde jandarmalarla kapıda neredeyse bir saat bekledik.
Yeni hapishaneye taşınmıştık. Sistem daha tam oturmamıştı. Sonuçta taşınalı bir gün olmuştu.
Uzun bir süre sonra kapı açıldı. Ama beni teslim edecekleri jandarma olmadığı için içeride de beklemek zorunda kaldık.
Jandarma geldiğinde ise “Yarın çıkışını yapsaydık, bugün çıkmak zorunda mı.” dedi. Ben gideyim yarın çıkışı yapmanız için tekrar gelirim, deyince. “Aaa sen burada mıydın.” dedi. Neyse beni en sonunda koğuşuma getirdiler. İçeriye girdiğimde herkes benden cevap bekliyordu. Tahliye! Deyince çığlıklar ve sevinç gözyaşları birbirine karışmıştı.
Ramazan ayındaydık. Ezanı Muhammedi okunalı 1,5 saat olmuştu. Dışarıda işler uzun sürünce iftarımı koğuşta açabilmiştim. Evet, koğuştan çıkma saati gelmişti. Kapı açıldı. Gardiyan, “Nurhan Erdal, hazır mısın!” dedi. Evet, dedim. Yeni cezaevine taşındığımızdan dolayı ancak özel eşyalarımızın bir kısmını alabilmiştik. Diğer eşyalarımızı depoya götürmüşlerdi. Sadece bir çöp poşeti içinde bir iki parça kıyafetle dışarıya çıkardılar. Ben koğuştan çıkarken herkes arkamdan ağlıyordu.
Bu hapishanenin “Fetöden ilk tahliyesi ben olmuştum. Canım arkadaşlarım ben de tahliye olanın arkasından ağlardım. Keşke ben de şu demir kapıdan arkadaşım gibi çıkıp gidebilseydim… diye. Tam çıkış işlemlerim bitmişti ki eşyalarımı depodan getirmediler. Ben de almadan gitmek istemediğimi söyledim. Özellikle de senin mektupların benim için çok özel olduğunu, onların hemen tarafıma teslim edilmesini istedim. Ama vermediler. Eşyalarımı iki ay sonra avukat getirmişti. İlk baktığım şey mektuplarım olmuştu. Hepsi tamamdı. Diğer eşyalarım olmasa da olurdu.
Hapishaneden çıkma vakti gelmişti. Evet, aylar sonra anneciğime ve kardeşime kavuşmuştum. Birbirimize hasretle sarıldık. Annem uzun süre bırakmadı beni… Canım annem… Eve giderken yolda seni aramıştım hatırladın mı?
Daha sonrasında ise nişan ve düğün oldu. Çok sade bir düğün oldu… Cuma günü adli kontrol imzam vardı. Cumartesi günü de düğünümüz vardı. İzmir’e seyahat ettiğimiz o geceyi hiç unutamıyorum. İki sefer kaza atlatmıştık… Cuma günü Adana’ya adli kontrol imza için geldim.
Denetimli serbestlik dosyamın İzmir’e naklini hızlandırmak için şubeye gidip işlemleri hızlandırdım. Artık nasıl bir teröristsem kanundan kaçmıyor, adli kontrol imzamın peşine düşüyordum. Şayet dosyamın nakli İzmir’e yapılmasaydı Adana’ın yolları bana görünecekti. Şubat ayında hamile olduğumu öğrendiğimde içimde buruk bir sevinç vardı… Sana hamile olduğumu söylediğimde benimle aynı duyguları hissettiğini biliyordum. O anda ikimiz de birbirimize bir şey belli etmemeye çalıştık.
Bebeğimle birlikte hapishaneye tekrar döner miyiz endişesi içimi kemirip duruyordu. Sonuçta, 2016’da devam eden bir dosyam vardı. Ama hamileliğimin 4. ayında bebeğimin aort damarında daralma olduğunu öğrenince her şeyi unuttum.
Bebeğimiz 4. ayından itibaren İzmir Tepecik Hastanesi çocuk kardiyolojisi tarafından takip ediliyordu. En son kontrole gittiğimde doktor, sınırda olduğunu 1 milim daha artarsa acil olarak ameliyat olması gerektiğini çünkü bebeğinizin rahatsızlığının hayati risk taşıdığını söylemişti. O anda sarsıldım. Bütün dünyam kararmıştı… Bebeğimizi daha kucağımıza almamıştık. O benim bir parçamdı. Annesi onsuz yapamazdı. Bebeği de annesiz…
Ve bizim biricik parçamız dünyamıza nihayet teşrif etmişti. Fakat kucağıma daha almadan Muaz’ı senin refakatinde ambulansla Tepecik Bornova Hastanesine sevk etiklerini öğrendim. Doğum acılarımı unutturan bu hadiseye sabaha kadar ağlamıştım. Oğlum 1 hafta kuvezde kaldı. Beslemesi için kah beraber gidiyor, kah seninle biberonla süt yetiştiriyordum. Hastanenin ziyaret saati hafta sonuna denk geldiği için çok uzun kalamıyordum oğlumun yanında. Annesi kuvezde kucağına aldığında sakin sakin gözlerimin içine bakıyordu. Bebeğini bırakıp ayrılma vakti geldiğinde ağlamaya başlıyordu. O daha küçücüktü anne sevgisine ve sıcaklığına ihtiyacı vardı. Kuzum benim, aslında ta o günlerde annesinden ayrılmayacağını hal diliyle söylüyormuş da biz anlayamıyormuşuz.
7 Aralık 2018 tarihinde mahkeme sabahı erkenden uyandık. Oğlumun karnını doyurdum. Oğluma, ben üç-dört saate gelirim. Bu süt sana yeter, dedim. Bir taraftan hazırlanıyordum. O gün içimde tarifi imkansız bir hal vardı. Annem kahvaltı yapmam için beni zorladı. Ağlayarak bir şeyler atıştırdım. Annem, “Kızım yemesen sütün olmaz. Torunuma ne vereceksin.” dedi demesine ama daha fazla yiyememiştim.
Mahkeme çok uzun sürmüştü. Karar mahkemesi olduğu için kısa süreceğini düşünmüştüm. Duruşmaya iki defa ara verildi. Önce oğlumu arıyordum. Hemen arkasından seni arıyordum. Karar: Nurhan Erdal Bahadır. 10 yıl 5 ay iyi halden 8 yıl 9 ay… Bir kez daha dünyam kararmıştı… Ben, minik kuzumla birlikte hapishaneye gidecektim. Hem de bebeğimin aort koarktasyonu olmasına rağmen…
Hakim, kararı söylerken vicdanı el vermemiş olacak ki gözümün içine bakamadı. Çünkü karşısında suçsuz bir kadın ve 63 günlük bir bebek vardı. Mahkeme bitince Hamit’e, ben, oğlumu istiyorum onu bana getir, dedim. Karara o kadar çok üzülmüştüm ki Hamit’in beraat ettiğini bile sonra öğrendim biliyor musun?
Bu çocuk beraat etti ama suçsuz yere tam 78 gün hapis yattı. Hatta bir mahkemede Hamit,
Hakime, “Benim durumumda olan diğer kişiler nezarette hemen serbest bırakıldı. Ablamın bu hattı kullandığını söylememe rağmen neden ben hapis yattım?” diye sorunca hakim: “Sen benim işimi mi sorguluyorsun. Sen kim oluyorsun!” diye bağırdı. Of Allah’ım! O günü hiç unutamıyorum… Sen işini madem bu kadar düzgün ve kanunlara uygun yapıyorsun neden suçunu ve vicdanını susturmak için bağırıyorsun. Hakimin bu davranışı düpedüz suçluluk psikolojisiydi. Mahkemedeki herkes hakime acıyarak bakmıştı. Ah Can, sana yazdıkça o hadiseleri tekrar yaşıyor gibi oluyorum ama yazarak dahi olsa seninle dertleşmek bana çok iyi geldi.
Polisler, bizleri çember oluşturarak mahkemeden dışarı çıkartıp bir odaya götürdüler. Polislere her seferinde kardeşimi arayabilir misiniz? Bebeğimi evden getirmeye gitti. Benim burada olduğumu bilmiyordur. Haber verebilir misiniz lütfen? Dememe rağmen aramadılar, aramadılar, aramadılar…
Saat 17.00 gibi hapishaneye götürecek olan sivil polisler geldi. Oradaki memura maruzatımı söyleyince, “Arayacağım numarayı söyleyin hemen arayayım” dedi. Allah razı olsun, dedim. Memur üst araması için önce erkekleri götürünce bizi Adana adliyesine götürdüler. Benimle birlikte iki kadın daha vardı. Bizi bir odaya aldılar. Arama yapacaklardı. Daha önce hiç karşılaşmadığımız bir durum olunca bekleyip polisleri izliyoruz.
Yere üç tane gazete serdiler, “Ayakkabınızı çıkartıp üstüne basın” dediler. Bizler de çıkartıp yere serilen gazetelerin üstüne bastık. Arkasından üstünüzü çıkartın deyince o kadar çok sinirlendim ki… Ben çıkartmıyorum, dedim. “Çıkartmak zorundasın ÇIPLAK ARAMA yapacağız” dediler. Hayretle nasıl yani!?” dedim.
Ben daha öncede tutuklandım bir gece nezarette kaldım ama beni bu şekilde arayan olmadı. Hatta hapishaneye girdiğimde bile böyle aşağılayıcı bir muameleyle hiç karşılaşmadım, dedim. Benimle birlikte olan kadınlar ilk defa tutuklanıyorlardı. Dosyada tek tutuklu ve hükümlü kadın bendim.
Kadınlarda ciddi bir surette itiraz edince, “Tek tek arayacağız iki kişi giyinsin” dediler. Elbet bir gün hukuk geri dönecek. O polislerin bu muamelesinden dolayı dava açacağım ve bu işin peşini bırakmayacağım. Hayatımda hiç bu kadar utanıp aşağılanmamıştım. Ben, bunları yaşarken bebeğim hala gelmemişti. Oğlumu sabah saat 8.00’de bırakıp evden çıkmıştım. İki saatte bir anne sütü alan bebeğim saatlerce aç kalmıştı ve ben yanında yoktum.
Saat 19.00’da bebeğimi getirdiler. Gördüğümde üzeri hep kusmuk olmuştu o kadar çok ağlıyordu ki… Normalde kusan bir bebek değildi. Benim oğlum temiz ve mis gibi kokan bir bebekti. Kucağıma aldım. Sarıldım, öptüm… Muaz’la konuştum. Konuşurken gözlerimin içine bakıyordu. Çok ağladığı için vücudu hala hıçkırıktan sarsılıyordu.
O anda olaya şahit olan polisler bile halimize acıyarak bakmışlardı. Polislerden biri, “Bebek kaç aylık?” dedi. İki aylık bir bebek, dedim. Polis: “Aslında 6 aydan küçük bebeklerin hapishaneye girmesi kanunen yasak” dedi.
Cevap veremedim. O anda içimden şunlar geçiyordu: Bize bu hukuksuzluğu yapanlar hukuk geri geldiğinde ne yapacaklar acaba? Bu kadar insanın hakkını nasıl ödeyecekler!… Ve benim masum bebeğimin hakkını ve hesabını nasıl verecekler?!
O iki kadınla cezaevine getirildik. Bizi farklı koğuşlara yerleştirdiler. Beni A-3 koğuşuna vermişlerdi. Koğuş kapısı açılıp içeriye girdiğimde daha önce nezarette bir gece kaldığım kadınlarda oradaydı. Beni görünce çok şaşırdılar. “Aaa bebeğin mi oldu! Kaç aylık bu bebek?” dediler. İki aylık, dedim. Her yeni gelen kişiye yaptıkları gibi önce yiyecek bir şeyler hazırlarlar, sonra da banyo yapmak ister misin diye sorarlar. Bana da sordular. Evet, dedim. Banyoya girdim. Hıçkıra hıçkıra ağladım, ağladım… O an bir nebze de olsa rahatlamıştım…
Kaynak: Aktif Haber http://aktifhaber.com/15-temmuz/tutsak-bebek-muazin-annesinden-mektup-ses-cikarmasin-diye-oglumun-gozlerine-bakamiyorum-h140885.html
YORUM YAZ
Hiç yorum yok