Bir Kalemin Feryadı ve Derin Bir Toplumsal Dikkat
Ferit CAN
Yazar ana rahmine geri dönmüş gibiydi. Tam 19 ay ayrılmak kolay değildi.
Suskundu. Seyrek beyaz saçlarının kaplayamadığı geniş alnı, 19 ayın çökerttiği avurtları, yan tarafları kısa, çene ve boyunda gürleşen beyazlamış sakalı, sürekli ifade değiştiren solgun yüzü, zekâ fışkıran siyah gözleri ve 60 yaşın verdiği yorgunluktan mustarip narin vücudu ile sanki donup kalmış gibiydi koltuğunda.
Eski günlerdeki gibi duvarları kitaplarla kaplı, üzerinde artık bir dizüstü bilgisayar olmasa da ona ait şarj aleti ile bol miktarda kurşun kalem ve iki seçkin dolmakalemin düzensiz bir şekilde durduğu, dar sayılabilecek bir çalışma masası ve hemen çaprazında özellikle kolçaklarının derisi yıpranmış okuma koltuğu, maun taklidi bir sehpa ve zemini nerdeyse tamamen kaplayan, rengi atmış bir halıyla kaplı çalışma odasında oturuyordu.
İkinci bir kişinin oturabileceği bir sandalye bile yoktu, geniş sayılamayacak bu odada. Virginia Woolf’ un “Kendine Ait Bir Oda” romanındaki gibi sadece ona mahsustu. Şehrin karmaşasından, uğultusundan, hayatın hayhuyundan sıyrılıp odasında okuma koltuğuna oturup, öncelikliler sırasına alınmış sehpa üzerinde duran kitaplara elini atınca, gökyüzünde kanat çırpan bir güvercinin, ferahfeza ruh haline bürünürdü.
Kütüphanesi onunla beraber büyümüştü adeta. Rafları her an biraz daha artan kitaplığı, yükselmiş ve genişlemiş kendisinin ördüğü bir kozaya dönüşmüştü.
Bazen elini uzattığı bir kitap onu bir kıyıya atar, oradan dönüp gelene kadar epey zaman geçerdi. Bazen akvaryumdaki bir balığın, okyanusa salınması gibi gezdiği alemlerden başı dönmüş bir vaziyette bulurdu kendisini bu odada. İzlerle dolu bu odanın duvarlarında, gölgeler gezinirdi adeta.
Bu gölgeler daha çok roman ve öykülerdeki kahramanlara aitti. Kafka’nın Değişim romanında bir sabah uyanınca bir böceğe dönüştüğünü gördüğü Gregor Samsa’sı, Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’u, Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Nikos Kazancakis’in Zorba’sı, Balzac’ın kızlarını ölesiye seven Goriot Baba’sı, Cervantes’in ihtiyar bunak Don Kişot’u, Oğuz Atay’ın Selim Işık ve Süleyman Kargı’sı, Tolstoy’un Anna Karanina’sı, İbn-i Tufel’ in Hayy Bin Yakzan’ı, Cengiz Aytmatov’un Cemile’si, Hemingway’ in Çanlar Kimin İçin Çalıyor yapıtındaki gerilla giysileri ve kırpık saçları ile Maria’sı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz ve Nuran’ı, Mehmed Akif’in Asım’ı, Sabahattin Ali’nin Raif Efendi’si, Virginia Woolf’un Jakop’u, Edgar Allen Poe’nun, Borges’in öykülerindeki ayrı ayrı karekterleri, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde yol alan kahramanları ve daha yüzlercesi, ona odasında eşlik eden gölgelerdi.
Sadece şahıslar değildi odasını bezeyen, mekânlar da vardı.
Boudelaire’in Brükseli, Victor Hugo’nun Parisi, Charles Dickens’in Londrası, Puşkin’in Dostoyevski’nin Turgenyev’in Sen Petersburgu, Gogol’un ve Nazım Hikmet’in Kievi, James Joyce’un Dublini, Vahapzade’nin Baküsü, Kafka’nın Pragı, Marquez’in Kolombiyası, Yahya Kemal’in Üsküpü, Bursası, Ahmet Turan Alkan’ın Altıncı Şehir Sivas’ı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Necip Fazıl’ın, Cahit Sıtkı’nın, Orhan Veli ‘nin, Yahya Kemal’in, Pierre Loti’nin İstanbulu ve daha onlarca kendilerine has özellik ve bütünleştiği insanlarla, birer düş ülkesine dönüşmüş topraklar da, renk renk, desen desen odasının duvarlarına sinmiş, sadece kendisinin gördüğü figürlere dönüşmüşlerdi.
Kitap raflarında eserlerini vekilleri olarak bırakıp, dünyadan ayrılan yazar düşünür ve şairlerin kitapları yanı sıra günümüz kalem sahiplerinin de eserleri vardı. Bir kısmı bizzat tanımasa da eserlerini okuyarak bağ kurduğu, bir kısmı dostu arkadaşı, bir kısmı aynı gazetede çalışıp aynı sayfayı paylaştıkları meslektaşları idi. Kimisiyle öğrencilik yıllarında, kimisiyle edebi bir derginin yeni sayısının yayıma hazırlanmasında, kimisiyle basım öncesi ve sonrası kitap hazırlıklarında tanışıp, ilerletmişlerdi hukuklarını.
Acıdan, hayretten, hayal kırıklığından bezgin bakışları, kitaplığının raflarında geziniyordu. Yazdığı kitapları koyduğu rafa gelince bakışları sabitlendi. Acı bir tebessüm ilişti çehresine. Göz kenarlarındaki kırışıklıklar daha bir belirgin hale geldi. Kitaplarını tekrar süzdükten sonra, başını hayıflanma yollu hafifçe sallayarak ” yazmışım fakat kimseye bir şey anlatamamışım, kendimi dahi tanıtamamışım ” dedi kendi kendine.
“Ne 25 yıllık akademisyenlik hayatımda, ne gençlik yıllarından başlayarak bin bir emek ve güçlükle çıkarttığım dergi çalışmalarımda, ne yazdığım 16 kitapta, ne de gazetenin kültür sayfasında haftada bazen bir, bazen iki kez yazdığım yazılarımda düşüncelerimi dahi anlatamamışım” diye düşündü.
Dalgın bakışları bir nokta da kilitlenmişti. Hayatının kırılma noktasındaki o gün tekrar geldi hayaline.
19 ay önce polisler evi basıp, bilgisayarını ve kendisini gözaltına almışlardı. Polislerin çalışma odasındaki kitaplara şaşkınlıkla bakınca, içlerinden birinin “Hoca, bunların hepsini okudun mu” tanıdık sorusuna sadece bir baş işareti ile cevap vermişti. İddialar vahimdi. Kısaca “sen bir teröristsin “deniyor ve ona göre muamele yapılıyordu.
Eşi telaşlanmış, evli iki kızlarından birini aramış sonra polisler müdahale etmişlerdi. En iyi arkadaşım dediği eşinin gözü önünde maruz kaldığı bu muamele, içinde infilaklara yol açmıştı.
Kendisinden emindi. Emniyete gidince ifadesini verip, tekrar yuvasına geri döneceğini düşünüyordu. Bunun için tam 19 ay geçeceğini tahmin bile edemiyordu.
İnsan terinin duvarlarda tabaka oluşturduğu, üzerindeki çamaşır ve elbiselerin ancak 10 gün sonra değiştirmesine izin ve imkân verildiği nezarethanede tam 29 gün gözaltında kalmıştı.
Kendisini sorguya çeken insanların idrak seviyelerinin bu kadar kısır olamayacağını, sadece önyargının insanları ne hale koyduğunu acı şekilde tecrübe etti. Bir kitabında geçen “bahar” kelimesinde neyi ima ettiğini soruyorlar, kendisini darbeye destek vermekle itham ediyorlardı. Hâlbuki darbe aleyhine seneler önce yazdığı yazılar, bakış açısı ve yaklaşımları kitaplarında mevcuttu. Onlara da kendisini anlatamadı.
Bir ay sonra çıktığı mahkemede hakimin onu dinlemeye ne vakti, ne tahammülü, ne de niyeti vardı. Tutuklandı ve cezaevine götürüldü.
Üstat Necip Fazıl’ın “Cinnet Mustatili” kitabında anlattığı hapishane hatıralarını ve Zindandan Mehmet’e Mektup şiirini düşündü. Şimdi kendisi düşmüştü bu “cinnet dörtgenine”.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Türkiye, evlatlarına, kendinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânı vermiyor” sözü aklına geldi. Her zaman bu böyle olmuştu. Hapishanede ömür tüketmeyen aydın neredeyse yok gibiydi. “Benden değilsen, yerin parmaklıklar arası” denilip, uydurulan bir gerekçe ile yeni adresinizde ikamete mecbur edilmeniz işten bile değildi.
Yazarı esas üzen, aydın insanların tutumuydu. Yazdıkları kitapların sadece kendisini değil, içeriğini de metalaştırıp, bir nevi fikirlerini satanlar, yazdıkları kitapları çeke dönüştürenler, ahlakçı kesilip ahlaklı olmayanlar, zarar görür endişesi ile kırk yıllık dostunu tanımayanlar, bırakın savunmayı tanıklıktan dahi imtina edenler, 19 ay sonra tahliye olunca bile bir “Geçmiş olsun” dileği iletemeyenlerin, onun gönlünde yeri olmadığını düşündü.
Gönlü buruk, hayattan soğumuş bir eda ile bakarken kitaplığına, aklına Norveç halkının, Nobel Edebiyat ödüllü yazarları Knut Hamsun’a verdikleri ibret dolu ders geldi.
“Açlık” isimli romanı ile meşhur olan güçlü kalem Knut Hamsun faşizme ve Norveç’i işgal eden Nazilere sempati besleyen bir yazardı. İşgalden, zulümden, baskıdan kurtulan Norveç halkı bu yazara hiç bir şey yapmadı. Ama bir gün bir genç kız, yazarın kitaplarını evinin önüne bırakıp gitti. Arkadan bir ihtiyar kitaplığındaki Hamsun’a ait bütün kitapları getirip bıraktı. Sonra bir başkası, bir başkası… O gün hatırı sayılır bir kitap yığını oluştu yazarın evinin önünde. Ertesi gün bu olay tekrarlandı. Yazar utancından evinden dışarıya çıkamadı. Ve hayatı da bu şekilde sona erdi.
Hatırladığı bu olay sonrası okuma koltuğundan ayağa kalktı. Gözleri önce çocukluk arkadaşı olarak bildiği, hemşerisi, “Türk Toplum Ahlakı ve Geleneğin Dili” üzerinde çalışmalar yapan yazarın kitaplarını indirdi raftan, sonra “Divan Edebiyatı” üzerine çalışmalarıyla meşhur ve hayat hikâyesinde hep mağdur olduğunu vurgulayan yazarın kitaplarını alaşağı etti kitaplığından. Baskıyı görünce etek öpme ile dudak aşınmazların eserlerini indirdi. Dini eserler bölümünde dahi aldığı kitaplar vardı. Zira açık kapatmak için ruhsat ve fetva vermeyi meslek haline getirmiş, hem akademik kariyeri, hem İslam Alimi payelerini taşıyanlar bile vardı bunlar arasında.
Kitaplarını onların evlerinin önüne koymak isterdi fakat buna imkânı yoktu. Belki de bunun zamanı değildi.
Ama en azından kendi kitaplığını kurtardı onlardan.
Biraz olsun rahatlatmıştı.
Şimdi onlar yerine kimlerin kitaplarını koyacaklarını düşünüyor ve son haline bakıyordu çalışma odasının ve kitaplığının…
Kaynak: http://magduriyetler.com/2018/05/15/bir-kalemin-feryadi-ve-derin-bir-toplumsal-dikkat/
Hiç yorum yok