“Yavrumu Aklıma Bile Getiremiyorum”



Canlar canı, bitanecik, güzel yüzlü, merhametli canım annem,

Annem… Anne… Nerdeyim ben? Yavrum nerde? Eşim nerde? Evim nerde? Çil yavrusu gibi dağıldık bir anda. Yavruma annelik yapamamışım demek ki! Rabbim benden aldı emanetini sana verdi. Demek ki sen daha iyi bakacaksın yavruma. Eminim zaten daha iyi bakacağına. Ama yine de tembihlerde bulunayım.

Ömer Fazlı’m önce Allah’a sonra sana emanet anneciğim. Kerem’ime emanet. İyi bakın yavruma. Sabrınızı çok zorlayacak biliyorum. Çok yoracak sizi. Çok konuşacak, çünkü Ömer’im kaygılandığı zaman çok konuşur. Sabırla dinleyin onu, televizyona, telefona bağlamayın güzel zihnini. Korkutmayın uyumuyor diye. Çünkü Ömer’imin korkulara dayanacak yüreği kaldı mı bilmiyorum.


Ben oğluma bir şey yapamıyorum artık. Analar yavruları için hiç bir şey yapamıyor artık. Dışarıdaki ananın eli kolu bağlı, içerideki ananın eli kolu bağlı. Analar yavruları için ne gerekiyorsa yapar değil mi? Ama ben artık yavrumu aklıma bile getiremiyorum. Aklıma getirsem buralar dayanılmaz oluyor.


Arabaya bindirildiğimde o küçücük elini öpüp de el sallayışı yok mu? Unutamıyorum o sahneyi. Ama dedim ya, aklıma getirmiyorum. Yoksa duvarları yıkasım geliyor. “Açın kapıyı, benim burda ne işim var” diyesim geliyor. Hikmetinden sual olunmazmış ne diyeyim. Rabbim rahmetiyle, merhametiyle, selamete ulaştırsın inşallah.

(…)

Anneciğim sana yaşadıklarımı anlatayım, tarihe not düşsün bu yazdıklarım. “İman hem nurdur hem kuvvettir” diyor ya; onu 20 Nisan gecesi saat 00.50 sıralarında bir tiyatro sahnesiyle gördüm. İlk önce evimizin etrafını sardılar, onlarca polis ve asker. Aşağı kapıyı kırıp, bizim dairenin kapısına geldiler. Zile bile basmadan direk kapıya vurmaya başladılar. Bir yandan da bağırıyorlar; Açın kapıyı!” Hemen üzerimizi giyip kapıya koştuk eşimle. Ben seslendim; “Durun! Ben açayım.” Açmaya çalıştım ama çelik kapı aldığı darbelerden yamulmuş açılmıyordu. Bir kere daha denemeye kalmadan tekrar bağırdılar; “Çekil kapının arkasından.”


“Vurun kapıyı! Vurun!” diye emir verdi yanındakilere. Biz de çekildik kapının arkasından ve kapının kırılmasını bekledik. Bir 5 dakika kadar uğraştılar. Ve kıramadıkları için de daha çok sinirlendiler. O sırada eşime sarıldım. “Allah’a emanet ol. Yanlış bir şey düşünme” dedim. Sonra evdeki arkadaşıma sarıldım. Tekrar kapının oraya geldiğimizde kapı açılmıştı.


İlk önce içeri, bir metre uzunluğundaki tabanca eşliğinde yüzü maskeli çelik kocaman kasklı kocaman bir asker girdi. Biz, “Bir şey yok” dememize rağmen, “Yatın  yere! Yat yere!” diye bağırmaya başladılar. Yere yatırıp üzerimizi aradılar. Hakan’ima ters kelepçe takıp salona götürdüler. Beni de yatak odasına götürüp, yüzümü duvara dönüp yere çömelmemi istediler.


Sürekli bağırdılar. “Şerefsizler!”, “Kaldırma kafanı yere bak!”, “Sırtını duvara yaslama yoksa kelepçe takarım!”, “Kalk ordan zilli!”… Bunlar benim duyduğum, hatırladığım hakaretler. Hakan’ima ne söylediler hiç bilmiyorum.


Bütün perdeleri, camları açtılar. Sanki etrafa şov yapıyorlar. Komşuların perde arkasında gizli gizli bakışları arasında evimi aramaya,  darmadağın etmeye başladılar. Ömer Fazlı’yı açık pencerenin önüne yatırdılar. Üzerine bir tane battaniye örtmeyi marifet saydılar. Uyanır mı diye en ufak bir endişeleri yoktu. Hatta,  onca sese rağmen uyanmamasına o kadar şaşırdılar ki, ön odaları ararken arka odaya gidip gelip, Ömer Fazlı’mın uyanıp uyanmadığına baktılar ve “Uyanmadı hala ya” diye aralarında dalga geçtiler. Bilmiyorlar ki, merhameti sonsuz Rabbim yavruma derin bir uyku verdi. Oğlum o sahnelere dayanamazdı.


Gece saat 01:00’den sabah 06:00’ya kadar evi aradılar. Lavaboya gitmemize, namaz kılmamıza izin vermediler. Evi aramayı bitirdikten sonra, polis eşliğinde üzerimizi giyinip, bavulumuzu hazırlayıp, evden ayrıldık.


Aşağıya indiğimde evime bakıp, Rabbime hamd ettim; 6 ay bana bu evde eşimle evladımla birlikte olmayı nasip eden Rabbime teşekkür ettim. 4 yıldır her zil çalışında ağzıma gelen yureğimin de rahatladığını hissettim. Olaylar sırasında Rabbimin öyle bir inayeti vardı ki üzerimizde, işte o zaman anladım iman ne buyuk bir kuvvetmiş. Ve o cânilerin eve dalışlarını gördüğümde, bu insanların nurdan yoksun olduğuna bizzat şahit oldum.


Sonrası 13 gün süren nezaret… nezarette Zeliha Hanım (sen yaşlarında), Tuba (arkadaşım) ve ben vardık. Daha sonrasında  bir bayan daha getirdiler. İki tane sedir şeklinde yatak vardı, battaniye boldu, üşümedik rahattık. 13 gün boyunca 3 kere yemek, diğerlerinde hep ekmek arası tavuk getirdiler, yanında ayran da vardı, suyumuz da boldu. Nezarethane de rahattık elhamdulillah. Sürekli tesbih çektik. Peçetelerden küçük toplar yapıp (100 tane) onu bir bardaktan diğer bardağa aktararak sadık tesbihlerimizi. O peçete toplarımızı yani tesbih boncuklarımızı Hac’da Arafat Dağı’na serpeceğiz inşallah.


Bizimle ilgilenen polislerin kimi çok iyi güleryüzlüydü, kimi de en ufak tebessümü bize çok gördü. İnsanlar kalplerini katılaştırmaya, kendilerini o kadar adamışlar ki, üzüldüm onlar için.


Hergün aksam 05:00’te hastaneye gittik polis eşliğinde. Doktor, “Darp, cebir var mı?” diye sorup, rapor hazırlıyordu. Hastaneye gitmek bizim için güzel bir aktivite oluyordu. Dışarı çıkıp gökyüzüne bakıyor, temiz havayı soluyorduk. O güzel aktivitemizi zehre çeviren polisler de olmuyor değildi; bağırıyor, bakışlarıyla tersliyor vs…


  1. gün ifadeye gittik Emniyete. 13. gün de adliyedeydik işte. Zalimler icin yasasin cehennem! (Anneciğim, yazdıklarıma üzüldün mü? Üzülmen için yazmadım ama bu gerçekler bilinsin istedim.

Annem,

İnan bunlar yaşanırken Hakan ve ben çok rahattık. Zalimler oyunlarını oynadı. Biz de onlara acıyarak, onları ve yaptıklarını izledik. Kalbimi yokladım sürekli, o kadar rahattım ki çok şaşırdım. Rabbim bizimleydi, elhamdulillah.


Gelelim cezaevime, koğuşuma. Gardiyanlar iyiler, biliyor musun? Bayan gardiyanları görene kadar hiç aglamamıştım. Polislerin soğuk yüzlerinden sonra, gardiyanların şefkatli yüzleri, bir an kendimi bırakıvermişim. Ilık ılık aktı gözlerimden yaşlar. Cezaevini görünce şok olmadım değil, çok eski. 2018 yılında böyle eski yerlerin olması beni şaşırttı açıkçası ama koğuş arkadaşlarımın samimiyeti süper.


Koğuşumuz iki katlı; ilk giriş yemek yediğimiz masalar, tv, buzdolabı ve tezgah. Üst katta da yataklar. 18 kişiyiz. Hepimiz aynı odada kalıyoruz.  Kantin gülnlerinde liste hazırlıyoruz, gardiyanlar getiriyor. Çamaşır yıkatabiliyoruz. Banyoda da sıkıntı yok. Bir abla var sürekli espri yapıyor, güldürüyor bizi. Burda herkesin ayrı bir hikayesi var. Kimi düğününde 2 hafta önce alınmış. Kimi buraya girdiği için eşinden ayrılmış. Kimi 3 çocuklu anne, kimi gencecik.

Annem, canım,

Sen nasılsın? Kendini üzmuyorsun değil mi? Bu yaşadıklarımız öbür tarafta kurtuluş reçetemiz olacak inşallah. Yemene içmene, sağlığına dikkat et. Benim sizi aklıma getirmemeye çalıştığım gibi, sen de bizi aklına getirme. Sanki Hakan ile ben yurtdışına tatile gitmişiz, torununu da senin yanına bırakmışız. Oh ne ala keyfimiz… Sen de bitanecik torununlasın… Üzme sakın kendini. Sağlığımıza dikkat edeceğiz ki, birlikte olduğumuz o güzel günlerde bizi üzen hiç bir şey olmasın.

Kerem’im,

Adliyeye geldin ya, sandım ki babam geldi. Babam gibi gülümsedin bana orda. Tatlı Kerem’im, küçük babam benim. Bana öyle bir güven verdin ki Rabbim senden razı olsun. İki cihanda da mutlu etsin seni inşallah. Sen de üzülme sakın. Adliyede akıttığın gözyaşların bir daha akmasın sakın. Kendine dikkat et. Kalbine ruhuna, gözüne dikkat et. Haram bulaştırma sakın bunlara. Bulaştılar mı arındırması zor olur. Rabbim seni bu imtihanlarla yetiştiriyor. Kıymetini bil, kendini haramlardan muhafaza et inşallah.

İsmail’im,

Aile olmak çok önemliymiş, bir kere daha anladım. Kerem Emniyete gelip bana sarıldığında kucağıma, “Abimin selamı var” dedi. O selam bana bir anda kendimi öyle kuvvetli hissettirdi ki anlatamam. Tüm hücrelerime kadar hissettim ve o gün sürekli kulağımda senin selamın çınladı, Allah razı olsun. Hakan’ın ve benim avukatlarımızla ilgilendin. Allah’ın izniyle kimsesizlerin kimsesi oldun. Çok önemliymiş ama biliyor musun insanın kardeşinin olması. Bilirdim de, bu kadar bilmezdim önemini. Rabb’im seni Özlem’imi, Duygu’mu muhafaza etsin. İki cihan güzelliği nasip etsin İnşallah.
Çok yoruldunuz sizler bu süreçte. Rabbim üçünüze de güç kuvvet versin inşallah. Dua etmekten ve itiraz dilekçeleri yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.

Anneciğim,

Amcalarıma,
yengelerime, teyzeme, Ayşe anneme de teşekkürlerimi ilet, evimi taşımışlar. Babama mektup yazacağım ama ne zaman haberi olacağını bilmediğimden yazamadım. Allah’a emanet olun. Sizi çok ama çok seviyorum. Ben çok iyiyim. Siz de çok iyi olun. Hakan’ın ve Fazlı’nın fotoğraflarını getirir misiniz?



04.05.2018 02:15


from Mağduriyetler http://magduriyetler.com/2018/05/13/yavrumu-aklima-bile-getiremiyorum/

Hiç yorum yok